Peter Forsskal: Thoughts on Civil Liberty
 
The Text
 
  <<English
   
  Medeni Özgürlük Üzerine Düşünceler
   
  ©İlke Dağlı ve Derviş Erel*
   
  * revised by Professor Esin Orucu
   
 

ÖNSÖZ

 

Bu yayının kökeni 5-7 Mayıs 1992 tarihleri arasında Budapeşte’de gerçekleşen “FOI: Yeni Demokrasilerde Şeffaf Hükümetlere Doğru” isimli konferansa dayanır.

Konferans, tam da “Verilerin Korunması ve Kamusal Menfaati Taşıyan Verilere Erişim Yasasının” Macar meclisinden geçtiği dönemde, bilgi edinme özgürlüğü hareketinin arkasındaki Kanadalı ilham kaynağı ve Uluslararası Bilgi Özgürlüğü Enstitüsü Yönetici Sekreteri, Tom Riley tarafından düzenlenmişti.


O dönem Energotechnika için çalışmakta olan Çek avukat ve delege Karl Koded “Avrupa’da Bilgiye Erişim Hakkının Tarihsel Temelleri” isimli makalemde İsveç’in 1776 Yazılı Basın Özgürlüğü Yasası’nın arkasında gerçekte neyin, veya kimin, yattığı ile ilgili yönelttiğim soruya atfen, beni Peter Forsskål’ın, Kasım 1759’da Stockholmlu Lars Salvius tarafından yayınlanan, “Medeni Haklar Üzerine Düşünceler” (Tanka rom Borgerliga Friheten) eserindeki katalitik fikirlerine yönlendirdi.

Eserin bir nüshasını ararken Stockholm’deki Kraliyet Kütüphanesine gönderdiğim spekülatif mektuba, o dönem Referans Servisi ve Tarihi Koleksiyonun başı olan Gunilla Jonsson’dan, tatmin edici ve bilgi verici bir cevap geldi –cevabın ekinde Forsskål’ın, tabii ki orijinal İsveç dilinde yazılmış, eserinin bir fotokopisi de vardı. Eser İngilizce dilinde de okunmak için can atıyor gibiydi. Fakat, hayret verici bir biçimde eserin İngilizce tercümesi bu zamana kadar hiç yayınlanmamıştı.

Eserin İngilizce tercümesi üzerine ilk kez 1990’larda Theresa McGrane-Langvik (esas olarak Glasgow ve Rolvsoy’dan) ve Maria Lindstedt (Löa) tarafından çalışılmıştı. Maria’nın büyükannesi Agnes Jansson (Gammelbo) da bu çalışmaya dahil olmuş, bazı on sekizinci yüzyıl kelimelerine anlam vermelerine yardımcı oluyordu. On sekizinci yüzyılın ortalarından kalma, o günün İsveç dilinde yazılmış bir eserin sadece fotokopisini kullanıyor olmalarından dolayı bu çabalarını ne kadar methetsek azdır.

1759 tarihli yayının 250. yıldönümünün yakın olduğunun farkına vardığımda ben de daha önceki tercümeyi gözden geçirip düzeltmesi için Gunilla Jonsson, Thomas von Vegesack, Helena Jäderblom, ve Gunnar Persson’dan oluşan bir uzman grubu topladım. David Shaw (Canterbury) da İngilizce metnin son rötuşlarında yardımcı oldu. Bu kitapta sunulan tercümenin Forsskål’ın sansürsüz metninden olması önemli bir detaydır. Grup, tercümelerini Gunilla Jonsson tarafından Milli Arşivlerde bulunan, özgün el yazmaları üzerinden yaptı. Özgün sansürsüz versiyon ve basılmış versiyon arasındaki belirgin farklar kitap içerisinde etraflıca anlatılmıştır.

İsveççe konuşmayan dünya da şimdi artık 1766’da İsveç’in modern dünyaya armağanı olan “aydınlanmış bir halk’” yaratan bilgiye erişimin entelektüel geçmişini kavrayabilir. Tabii ki, bu Forsskål’ın genel anlamda bilginin artması ve paylaşılmasına dair daha geniş amacının sadece bir parçasıdır.

David Goldberg, Visby ve Näs, Temmuz 2009


Metin Hakkında - Gunilla Jonsson

Aşağıdaki tercüme Peter Forsskål’ın 1759 tarihli Medeni Özgürlük Üzerine Düşünceler eserinin özgün el yazmalarının yeni ve detaylı bir okuması üzerine Sansür memuru Oelreich’in değişiklik ve kısıtlamaları olmadan yapılmıştır. Özgün el yazmaları üzerine çalışmayı seçmemizin nedeni bu versiyonun metinin bütününü sunması ve 1759 yılında yayımlanan sansürlü versiyondan daha iyi olmasıdır. Bir çok noktada Forsskål’ın açık ifadelerinin bulunmasına rağmen Oelreich ifadelere “belki” ve “muhtemelen” ibarelerinin eklenmesi için baskı yapmış ve Forsskål’ın, gerçekte, kavramı modern anlayışımızla örtüşen radikal yazılı basın özgürlüğü talebini sansür sistemine kapı açan bir söylem biçimine çevirmiştir (§7). Özgün metnin Forsskål’ın dini sorular üzerine basın özgürlüğü iddiasını içeren 8. paragrafı tamamen çıkartılmış ve paragraf 10’da Pennsylvania’daki dini özgürlüğün faydalı etkilerine yapılan referans tamamıyla ortadan kaybolmuştur.

Forsskål’ın el yazmaları İsveç Milli Arşivinde, katalog numarası Kanslikollegiet, Inkomna skrivelser, Serie EXII:18, universitetsärenden 1706-1785 altında saklanmaktadır. Sansür memurunun değişiklikleri el yazmalarının üzerine Forsskål’ın kendi eliyle özgün metinde kullanılandan farklı bir mürekkeple eklenmiştir. Oelreich’in son sayfadaki baskı ruhsatında kullanılan mürekkebin de aynı olmasından ötürü değişikliklerde ikisinin birlikte çalışmış olduklarını varsayabiliriz.

Eserin 1759’da basılmış versiyonu, 20. yüzyıl boyunca, Torsten Steinby tarafından, Peter Forsskål och Tankar om borgerliga friheten adı altında, bir kaç kez yayınlandı, ilk kez 1970’te, daha sonra 1980, ve son kez Tedy Brunius’un ek notuyla birlikte 1984’te. Özgün el yazmasının bazı bölümleri de Gyllene äpplen’e, p. 2, 1991 (2.ed. 1995), eklenerek yayınlandı.

Fakat, özgün metin, sadece İsveççede değil İngilizcede de, ilk kez bütünüyle baskı halinde sunuluyor.



Medeni Özgürlük Üzerine Düşünceler

§1 Bir insan ne kadar kendi eğilimleri doğrultusunda yaşayabilirse o kadar özgürdür. Bu nedenle, hayatın kendisi yanında, insan için özgürlükten daha değerli hiç bir şey yoktur. Daha büyük bir kötülüğün korkusu veya şiddetin zoru olmadan hiç bir rasyonel varlık kendi özgürlüğünü ne bir başkasına bırakır ne de kısıtlar.

§2 İnsanoğlu tarafından böylesi sevilen bir olgunun, erdemin herkes tarafından değer gördüğü bir yerde, hiç bir sınırlamaya tabii tutulmaması gerekir. Fakat, sıkça zaaflarımıza ve suça yenik düşeriz. Dolayısıyla, bazı sınırlar çizilmelidir. Özgürlüğün zarar verici tarafı ortadan kaldırılmalı, ve özgürlükten sadece kişinin, en derin iradesine göre, kendi kendine ve diğerlerine fayda sağlayacağı, zarar vermeyeceği, bir miktar kalmalıdır.

§3 Ancak bu özgürlük toplumun tüm üyelerine verildiği zaman gerçek medeni özgürlüğe ulaşılabilinir. Bu da hiç kimsenin toplum için yararlı ve uygun olan bir şeyi yapmaktan alıkonulmaması; dürüst olan herkesin güvende yaşayabilmesi; kendi vicdanını takip edebilmesi; mülkünü kullanabilmesi; ve toplumunun refahına katkıda bulunabilmesi demektir.

§4 Bu özgürlüğe her zaman için en büyük tehdit, ülkedeki konumları, mülkleri, veya servetlerinin kuvvetiyle, en güçlü pozisyonda olanlardır. Ellerindeki gücü kötüye kullanabilecek olmalarının yanı sıra kendi hak ve güçlerini sürekli olarak ilerletirler ki diğer yurttaşlar onlardan gittikçe daha fazla korksunlar.

§5 Toplumun tümden özgürlüğü tebaaların hükümdarlarının şiddetine karşı güvende olmaları üzerine kurulmaz. Bu, sadece, genel mutluluğa doğru ilk ve büyük bir adımdır. Tebaalar diğer tebaalar tarafından da baskı görebilirler. Özgürlüğe kutsal bir değer atfederek gurur duyan Polonya ve İtalya cumhuriyetleri gibi bir çok cumhuriyette çoğu insan daha yüksek mevkidekilerin esiri durumundadır.

§6 Eğer birisi kimin üstün güçte olması bir ülke için büyük talihsizliktir –hükümdarın mı, vatandaşın mı? –diye sorarsa, inanıyorum ki ikincisi daha dayanılmaz, ilki ise daha çaresiz olur. Dolayısıyla, en fazla ilkinden sakınmalı ve irkilmelidir insan, çünkü ilkinden kurtulmazsak, ikincisinden alsa kurtulamayız. Sıkça, otokratların adına ve onların otoritesiyle, üstlerinin lütfuna değmeyen fakat yine de bu merhametten faydalanan ve sayesinde korunan, kötü tebaalar tarafından ciddi ölçüde güç uygulanmaktadır. Bir çok nedenden ötürü, güçlü hükümdarlar tarafından uygulanan şiddetin önlenmesi benzer bir şekilde daha zordur. Taç giyenin kutsallığına olan yaygın inanç en adaletsiz egemenlere dahi ciddi bir koruma sağlar. Bir çok kişi için, diğerlerinden böylesi üstün ve Tanrı’ya bu kadar yakın birinin aşırı imtiyazlı olması söz konusu değildir. Barbar kralları, kutsal görülmelerini kullanarak, tebaalarının hayatlarıyla oynar ve cezasın kalırlar. İngiltere’de Non-Jurorlar sadakatsiz Kraliyet Ailesine karşı her hangi bir sadakat göstermeyi vicdan meselesi yaparlar. Dahası, örnek bulmak için çok da uzağa bakmaya gerek yok: Kral 12. Karl’ın savaşları döneminde, İsveç, insan gücü, kaynaklar, ve maddi açılarından tükenmişti, ve buna rağmen bu sert kahramanın* ülkesini mahvettiği değil savunduğu düşünülüyordu. Dolayısıyla, tebaalar her zaman hükümdarlarının adaletsizliklerini algılamazlar, fakat bilseler dahi bundan kurtulmaları pek de kolay değildir. Gerektiğinde hükümdarlar kendi ayrıcalıklarını yalnız kendileri korurlar, ve ülkeyi kendi başına yönetirler. Bütün ülkenin faydası ve gücü tek bir kişide toplanmıştır. Fakat, ne zaman ki bazı tebaalar diğerlerine baskı uygular, böylesi bir adaletsizliği herkes fark eder; ve ne zaman ki bir kaçı aynı anda elindeki gücü kötüye kullanır o zaman daha büyük kalabalıklar onların farklı emellerini ve güçlerini daha kolayca yener. Bundan ötürü halkın saygısı ve kendi güçleri onlara yeterli güvenliği sağlamaz. Kendilerini tek koruma yöntemleri yaptıkları adaletsizlikleri gizlemekten geçer. Fakat, eğer herkesin, aleni yazılarda, kamunun çıkarı aleyhine yapılanlardan bahsetmesine izin verilirse, bu adaletsizlikler uzun süre saklanamaz. *Bknz. Enväldets skadeliga påföljder (“Mutlakiyetin Zarar Verici Sonuçları”), Stockh. 1757.

§7 Dolayısıyla, medeni özgürlüğün hayat bulması ve gücü sınırlı hükümet ve yazılı basının sınırsız özgürlüğünden ibarettir; tabii ki, uygunsuzluğu şüphe kaldırmayan, Tanrıya karşı küfür içeren, bireylere hakaret eden, ve ahlaksızlığı kışkırtan tüm yazılar ciddi şekilde cezalandırıldığı müddetçe.

§8 Vahiyler, bilge temel kanunlar, ve bireylerin onurları böylesi bir ifade özgürlüğünden ötürü ciddi bir zarar görmemelidir. Çünkü, aynı oranda savunulması ve ret edilmesine izin verildikçe, gerçek her zaman kazanır.

§9 Tam tersi, yazının özgürlüğü bilgiyi en çok geliştiren şeydir: tüm zararlı yasaları ortadan kaldırır, yetkililer tarafından yapılan haksızlıkları önler, ve özgür bir devlette hükümetin en etkili savunmasıdır, çünkü insanları bu şekil bir yönetim biçimine aşık eder. İngiltere’de, köklü temel kanunlara karşı tehlikeli bir tasarımla karşılaşmak pek te mümkün değildir. Kamu düzeninin bozulması, erken bir aşamada, halkın hoşnutsuzluklarını özgürce dile getirebilmesi aracılığıyla önlenmektedir. Bir taraftan da, malum bir ülkede*, özgürlüklerin dengesiz dağılımının nefret ve zorla savunulduğu zaman insanların kolayca şiddete ve vahim yöntemlere başvurdukları gerçeğinin önemli bir örneğini gözlemledik. Çok az şeyi olan bir kişinin, kıskançlık ve intikam olmaksızın, toplumun çoğunluğunun ve kendinin özgürlüğünün denkleri ve kendi vatandaşları tarafından elinden alınmasına şahitlik etmek yerine her şeyi kaybetmeyi yeğlediğini gözlemledik. Kaybedecek çok az şeyi olmasından dolayı, kendi küçük kaybını düşmanına ve eziyetçisine ciddi zararlar vermek adına riske atacaktır. Bu, tam olarak takdire şayan olmasa da, sıkça rastlanan bir şeydir. Demek ki, özgürlük yine özgürlükle korunmalıdır. Hoşnutsuzluğun zorlama ve baskı altında tutulması, makul nedenleri olup olmadığına bakmaksızın, özgürlüğü mutlak tehlikeye atar. Akılcı bir hükümet insanların hoşnutsuzluklarını diğer silahlardansa kalemleriyle ifade etmelerine izin verir; bu bir yandan aydınlatıcı bir rol üstlenirken öte yandan da başkaldırıyı ve kargaşayı dindirir ve önler. *Danimarka

§10 Daha önce paragraf 3’te bahsedildiği üzere medeni özgürlük dürüst olan herkesin güvende yaşayabilmesi, kendi vicdanını dinleyebilmesi, mülkünü kullanabilmesi, ve toplumunun refahına katkıda bulunabilmesi neticesini doğurur. Bu noktaların her birini kısaca açıklayayım. Hiç bir dürüst kişinin bedenine veya sağlığına tecavüzün cezasız kalmayacağını belirterek hukuk hayatımızı ciddi şekilde güvenceye alır. Fakat, yine de, kişi savcıları dinlemek ve yargıçların kararlarını uygulamak durumundadır, suçlanan kişi hiç bir suç işlememiş olsa dahi. Toplumun mahkemeler olmadan var olmasının mümkün olmadığı, ve yargıçların her zaman  tarafsız olmayacağı nedeniyle*, toplumun nefreti ve kontrolsüz harareti bazen en masum vatandaşları dahi tutuklatmıştır. Hayata ve itibara karşı olan hiç bir tehlike bundan daha büyük değildir. Ya bu değiştirilebilir değildir, ya da kamusal alanda kendini savunma özgürlüğü insanların öfkesini sakinleştirmeye ve yargıçları suistimalden caydırmaya hizmet edebilir. Bu elde edilemez olsa dahi, en azından böylesi büyük bir adaletsizlik karşısında makul bir telafi niteliğinde, İngiltere’de de olduğu gibi, zavallı bir mahkumun yurttaşlarına masum olarak öldüğünü gösterebilmesine izin verilmelidir.*Bknz. Duruşmalar, yargıçlar, ve yazılı basının özgürlük ve güvenliği üzerine çeşitli yayınlar.

§11 Çoğu kez vicdan yanlış fikirler üzerine kurulu olabilir. Eğer tek amaç, Cizvitlerin hilebaz kuralları gibi, halkın ve toplumun yıkımı ise, buna hiç bir koşulda müsamaha gösterilmemelidir. Fakat, genellikle, aksayan bir vicdan sonucu tehlikeli hale gelmiş gibi görünenler, toplumun onların hezeyanlarına biraz olsun ayak uydurması halinde, iyi vatandaşlara dönüşebilirler. Mennocular ant içmekten kaçınırlar, ama onların sadece “evet” veya “hayırları” aynı oranda güvenilirdir. Bir çoğu doğrudan düşmana saldırmak için gönüllü değildir, fakat orduları desteklemek için memnuniyetle maddi yardımda bulunurlar. Dini farklılıkların medeni birliğe zarar vermeden var olabileceği, sunulan özgürlükler neticesinde gittikçe kalabalıklaşan, Pennsylvania’da açıkça gözlemlenebilir. Dini hezeyanlar ve kuruntular, yasaklarla daha da kışkırtılıp daha da şiddetle yayılacağına, özgürlükler altında er yada geç gerçeğin gücüne yol verip gittikçe zayıflayacaktır. Son olarak, herkesin kuruntularından arınmış olacağı bir yer olamayacağına göre, bunların İngiltere’deki gibi açıkça iflas etmiş olmaları veya başka yerlerde olduğu üzere riyakarca devam ediyor olmaları çokta önemli değildir.

§12 Bir toplumda insanlar bir yandan devletin bir üyesi olarak öte yandansa bireyler olarak mülk sahibidirler. İlk tür mülk sahipliliği kamu hizmetleri dahil olmak üzere kamu gelirleri ve onlarla satın alınanlardır. İkinci tür ise bireyin kendi sahip olduklarıdır. Hukuk her ikisini de şiddete ve tacize karşı korumalıdır. Yurttaşlar tümü kamusal fayda ve zararlara makul derecede ortak olmalıdır, çünkü toplum ortaktır, tıpkı özgürlüğün de olması gerektiği gibi. Bu nedenle, ülkede vergiler, bazılarının fazla harcamalarına göre değil herkesin kendi kazancına göre toplanmalıdır, herkes kamu gelirine katkıda bulunmalıdır. Dahası, makamlar ve onurlu mevkilerde bulunabilecek değere sahip hiç kimse bunu elde etme umudundan mahrum edilmemelidir.

§13 Eğer herhangi bir makama atanmadan önce uygun testler gerekli ise; eğer bu testleri başarı ile tamamlamış olanlar, bir tek önceki mevkilerinde hizmet verdikleri süreye göre, daha yüksek bir mevkiye terfi edebilecekse; ve eğer öncelik mevki için gerekli beceriye sahip olduğunu ilk önce kanıtlayana ait olacaksa; o zaman hiç bir makam layık olmayanların elinde olmayacak, ve terfi için aile, para ve patronluk ilişkileri kişinin kendi çalışkanlığı ve becerisinden daha kesin yöntemler olmayacaktır.

§14 Hiç bir test, söz konusu makam ile ilgili, bilgi ve pratiğin sınanmasından daha kolay ve güvenilir olamaz. Böylesi testler bizde din adamları için, Çin’de ise tüm kamu yetkilileri için kullanılır. Fakat, eğer kişinin seçtiği şekilde yargılamasına ve her hangi bir konuda istediği gibi soru sormasına izin verilirse, en iyi olandan hoşlanmamak pekte iyi bir marifet değildir. Bu nedenle, tüm makamlar için belirli bilgi, kitaplar, eğitim ve kişinin kamuya karşı hesap verebileceği görevlerin şart koşulması gereklidir.

§ 15 Kişinin kendi varlıklarını kendi ve toplumun çıkarları uğruna seferber etmesine kolayca izin verilir. Ancak, toplumun yararına da olsa, her türlü mülkiyet herkes tarafından kolayca elde edilemez. Ektiğinden daha fazlasına sahip olsa da, kimse emek veya ödeme karşılığında olsa dahi, kamu menfaatinin zararına, istediği herhangi bir yerde toprak sahibi olamaz. Bu nedenle her ailenin mütevazı ve ebedi toprakları hakkındaki kanunlar toprakların değerlendirilmesinin teşvikine ve yurttaşların haklarının dengelenmesine hizmet eder, Musa’nın Yahudilere buyrukları gibi, Musa’nın 3. Kitabı, 25:13-15,23,24,40 ve 41, veya Licinius’un Romalılara uyguladığı 500 jugera gibi (257 1/7 tunnland1).

§16 Vücudumuzun ve beynimizin kuvveti kadar hiç bir şey kendimize ait değildir. Dolayısıyla, hiç bir şey, hünerlerimizi ve bilgimizi seferber ederek saygıdeğer bir şekilde hayatımızı kazanmamıza izin verilmesinden daha makul olamaz. Miktarı toplum için zararlı bir noktaya ulaşmadığı müddetçe, tarımdan ve üretimden, zanaat, ticaret ve öğrenimden özgürce hayatını kazanabilmek herkese açık bir yol olmalıdır.

§17 Kanunların köy ve kulübelerde yaşayan, engellilik veya yaşlılık durumları dışında güvende olacakları her hangi bir toprak parçası tahsis edilecek talihi olmayanlara izin vermemesinden dolayı, emekçiler kırsal alanlardan sürülmektedirler. Bundan ötürü, doğal özgürlük iç güdüsünü takip edip bağımsız olmak istedikleri andan itibaren, sebatsız bir hayat yaşayabilmek ve talepkâr olmayan bir iş bulabilmek için, kasabalara göç etmeleri gereklidir. Fakat, İngiltere ve Almanya’da olduğu gibi, herkesin kırsalda dahi kendi evinin efendisi olabileceği yerlerde, bir çok emekçi yerlerinde kalarak çoğalır, faydalı işlerle iştigal eder, çiftliklerde çalışır, ve evlenmeden, aşırı ve miskin davranarak, zenginlerin refahını sürdürebilmek için, asil arabalara doluşan, uyku ve çapkınlıkla zaman öldüren, ve kendilerine ve ülkeye bir kambur oluşturan şehir hayatından çok daha tercih edilir bir biçimde yaşar.

§18 Becerilerin ve özgürlüklerinin teşviki için, özellikle, kişinin kendi çabasının ve anlayabilme kapasitesinin izin vereceği bir tempoda, her türlü sanat ve zanaat üzerine eğitilebileceği ve doğrudan doğruya o dalda özgür bir usta olarak tanınabileceği, devlet okulları hizmet edebilir. Fakat, her mesleğe olan ihtiyaç toplumun ihtiyaçlarına ve kullanımına göre öngörülmelidir.

§19 Tam tersi, kapalı esnaf birliklerimiz ve çırak eğitimimiz durağanlık, baskılar, insan azlığı, çapkınlık, fakirlik, ve zaman kaybının devamı için fevkalade araçlardır.

§20 Sözde özgür sanatlar dahi, İsveç’te özgür değildir. Başka yerlerde bu ismi daha çok hak ederler. Almanya’da, herkes öğrenmiş olduklarını bir başkasına öğretmekte özgürdür. Dahası, ya ta başından kitap öğrenimi eğitimin ana yolu olarak belirlenmesi, ya da bu en masum işin üzerinden rahatça para kazanılabilmesi engellenmelidir.

§21 Son olarak, özgür bir toplumda, toplumun refahına özgürce katkıda bulunabilmek de önemli bir haktır. Fakat, bu olacaksa, toplumun durumundan herkesin haberdar olması mümkün olmalı, ve herkes bu konulardaki düşüncelerini özgürce ifade edebilmelidir. Bunun olmadığı yerde, özgürlüğün ismi kadar dahi değeri yoktur. Savaş ve bazı dış müzakere hususları belirli bir süre için gizlenmeli ve çok kişi tarafından bilinmemelidir. Fakat, bu vatandaşlardan ötürü değil düşmandan ötürü olmalıdır. Barış zamanı meselelerini ve yurtiçi refahı ilgilendiren hususlarda yurttaşlardan çok daha az şey gizlenmelidir. Aksi taktirde, zarar verme amacı taşıyan yabancılar tüm sırları elçiler ve para aracılığı ile öğrenirler, fakat ülkenin kendi insanları, ki tercihen faydalı tavsiyeler verecek olanlardır, bir çok şeyden habersiz kalırlar. Öte yandan, tüm ülke biliyorsa, yazılı basın özgürlüğü olduğu yerde, en azından gözlemciler neyin faydalı neyin zararlı olduğunu görür ve bunu herkesle paylaşırlar. Ancak o zaman kamusal tartışmalar gerçek ve, genel refahına herkesin muhtaç olduğu, vatan sevgisi ile yönlenebilir.

Yüce Tanrı, insanoğlunun saadetinin koruyucusu, İsveçli özgürlüğümüzü yüceltsin ve sonsuza dek korusun.

FORSSKÅL

 

Thomas von Vegesack’ın yorumu

Linnaeus bir bitkiye öğrencisi Peter Forsskål’ın ismini vereceğinde ısırgan otunu (Forskålea tenacissima) seçmişti. Bunun nedenini Uppsala’daki bahçesine ektiği cinsin Forsskål’ın Arabistan seyahatinden kendisine gönderdiği tohumlardan türemiş olması olarak açıkladı.

Ama aynı zamanda bunun bir nedeni daha vardı. Linnaeus bir yorumda, ısırgan otu ile temasın Forsskål ile tartışmaya girmek kadar riskli olduğunu ve ‘Uppsala’daki davranışlarının bu konuda kesin bir kanıt sunduğunu’ yazar. Forsskål, Linnaeus’un bilgisinden yararlanmayı bildiği, yetenekli bir öğrenciydi. Fakat inatçı bir karaktere sahipti ve kolayca provoke olurdu. Bunlar Forsskål’ın çalkantılı yaşamını önceden belirleyen niteliklerdi.

Kısa süren hayatını göz önünde bulundurursak, 1732-1763, Forsskål’ın ne kadar çok şey başarmış olduğu olağanüstüdür. Başlangıçta amacı bir din adamı olmaktı. Babası, Johan Forrskåhl, Stockholm’deki Fin cemaatinin papazıydı, fakat Peter doğmadan bir kaç yıl önce anavatanı Finlandiya’ya dönmüştü.

Peter Forsskål çocukluğunu Helsinki’de geçirdi. İki erkek kardeşi, Jonas ve Johan Christian, ve bir kız kardeşi, Johanna Catharina, vardı. Ev bir üvey anne tarafından yönetiliyordu. Peter'in annesi o üç yaşında iken ölmüştü, fakat tüm bilgiler onun mutlu bir çocukluk geçirdiğine işaret etmektedir.

10 yaşına geldiğinde, Uppsala Üniversitesinde kayıtlıydı. Böyle bir çağda bu yaş şaşırtıcı değildi. Öğrencilerin %30'undan fazlası 15 yaşın altında idi. Ancak, Forsskål’ın Uppsala’ya ilk gidişi kısa sürdü. 1751 yılının baharında Uppsala’ya geri döndü. O artık 18 yaşında idi. Teoloji okudu ama kısa zamanda Linnaeus’un etrafındaki çemberin içine çekildi. Eğitimi, beş yıl Uppsala Üniversitesinde, iki yıl da yurt dışında öğrenim öngören bir burs tarafından karşılanıyordu.

O günlerde farklı disiplinler arasındaki ayrım, bugünkü gibi katı değildi. Bilgi ancak yüzyıl kadar sonra ayrı alanlara bölünecekti –bu alanların her biri kendi temsilcileri tarafından yakından izlenecekti.

Teoloji ve botanik kombinasyonu Forsskål ilgi alanına uygundu. Öğretmenlerinden biri, Olof Celsius, İncil dönemi florası üzerine, Hierobotanicon isimli çalışmanın editörü olarak meşhur oldu. Forsskål Arabistan'a gittiğinde, İncil'de adı geçen bitkiler üzerine yaptığı çalışma en önemli görevlerinden biri oldu. Forsskål ayrıca Uppsala’daki zamanının bir kısmını Arapça ve İbranice öğrenmeye adamıştı.

Forsskål öngörülen yılların sadece iki yıldan biraz fazla bir kısmı için Uppsala’da kaldı. 1753 yılının sonbaharında Göttingen üniversitesine kayıt olmuştu. Göttingen, 1714 yılından bu yana, kişisel birlik aracılığı ile, Büyük Britanya Krallığı'na bağlı bir devlet olan, Hannover krallığında yer alıyordu. Üniversite 1737 yılında kurulmuş ve ciddi bir biçimde İngiliz kültürü ile karakterize olmuştu.

Forsskål, Göttingen’de bile, teoloji eğitimi gördü; fakat çalışmaları gittikçe felsefe üzerine yoğunlaştı. Bu onun doğal bilimleri terk ettiği anlamına gelmiyordu. Linnaeus ile iletişimde kaldı ve ona istediği tohumları sağlamaya devam etti. Fakat buna ek olarak yerel böcekler üzerine çalışmak için bazı öğrenci arkadaşlarını toplamıştı. Memlekete yazdığı mektuplardan birinde “boş zamanlarımda ve güzel hava koşullarında bunların bir koleksiyonunu yapmaya çalıştım ve bunlardan zevk almaya başlayan üç de arkadaş edindim”, diye yazar Forsskål. Forsskål’ın, bugüne kadar korunmuş olan, Liber amicorum’undaki çizimlerden biri onu kelebek avlarken gösterir. Ancak, felsefe onun ana meşgalesiydi. 1756 yılının Haziran ayında, “Yakın felsefenin ilkeleri üzerine şüpheler”, “Dubia de principiis philosophiae recentioris”, isimli doktora tezinin savunmasını yaptı. Tezin giriş bölümünde şöyle yazar: “Babamın güvenilir öğütlerine göre, bilimsel çalışmalarımı, becerim yettiğince, her şeyi çürütmek üzere yapmaya ve bunun nedenlerini de, çözebildiğim kadarıyla, yazmaya alışığım. Bunun neticesinde ilk olarak ben şüpheli noktaları bulurken bir süre sonra onlar kendileri belirmeye başladılar.” Öğretmenleri Forsskål’ın titizliğinden çok etkilenmiş olsalar da, şüpheci tavrını çok aşırıya taşıdığını düşünüyorlardı. Forsskål’ın tezine çok önem verdiği açıkça ortadaydı, tezin yeni bir baskısını daha 1760 yılında Kopenhag’da yeni bir önsözle birlikte yayınladı.

Forsskål’ın etkilendiği kişilerden biri de, tezinde de bahsettiği üzere, İskoç filozof David Hume idi. Büyük ihtimalle Forsskål onu Almanca tercümelerinden okumuştu. Forsskål ve Hume’u birleştiren şeylerden biri de felsefeye karşı pratik tutumlarıydı. İkisi de bilim adamlarının kendilerini kuramlar içerisine gömmelerini acıka onaylamıyordu. Hume, “Düşünme, muhakemelerinde hiç bir zaman deneyime başvurmayan veya sadece günlük hayat muhabbetlerinde bulunabilecek olan, deneyimi hiç bir zaman aramamış, kendine dönük, akademisyenlerin tekeline geçmiştir” diye yazar (Kompozisyon Yazımı Üzerine, 1741).

Forsskål, Uppsala’nın koşullarından çok farklı olan Göttingen’deki özgür araştırma ortamında kendini evinde hissediyordu. Ona göre bunun belirgin nedeni özgürlüğün eksik olmasıydı. Memlekete bir mektubunda, Montesquieu’nun iklim kuramını küçümseyerek, “eğer İsveç’te, İngiltere ve Almanya’daki gibi, üzerine düşünecek ve yazacak tek konumuz özgürlük olsa, bu soğuk iklimin muhakeme yapmaya engel teşkil etmediğinin açık bir kanıtı olurdu” diye yazmıştı.

1756’nın sonbaharında memleketine döndüğünde, onu kuşatan boğucu atmosfer işte buydu. Bursun tümünü harcamış olduğundan maddi olarak kendini destekleyebilmek için, o zaman daha 13 yaşında olan, Kont Johan Gustaf Horn’un özel öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Öğretmenlik işi yanında kimya okudu ve tarımla ilgilenmeye başladı.

Bir felsefeci olarak gösterdiği başarıya rağmen Forsskål bir kuramcı değildi (hatta Londra’daki ‘Royal Society’ modelini örnek alarak Göttingen’de kurulan fen akademisine üye olarak atanmıştı).

Bir dergide toprak sahibi birisinin bir tür tahılın, aşılama yöntemi ile, başka bir türe çevrilebileceği ve yulaf tohumlarının belirli şartlar altında çavdar mahsulü üretebileceği iddiası üzerine Forsskål, iddianın mantıksızlığını göstermek amacıyla, aynı dergiye en az altı katkıda bulundu –hatta emin olmak için deneme ekimleri dahi gerçekleştirmişti.

Göttingen’deki öğretmeni Profesör J.D. Michaelis’e ekonomi okumayı tercih ettiğini “her yerde kullanışlı, özgür ve yararlı bir bilim” sözleriyle yazmıştı. Ancak, yakın zamanda kurulan bir kürsüye, ekonomi öğretmeni olmak üzere yaptığı başvurusu başarısız olmuştu. Ekonomi profesörü Anders Berch Forsskål’ın pozisyon için nitelikli olduğunu düşünmüyordu. Raporunda, Berch, Forsskål’ın bitki bilimiyle daha ilgili olduğunu yazıyordu. Forsskål ise Berch ve Linnaeus’un eş zamanlı ders verdikleri zamanlarda Linnaeus’u dinlemeyi tercih ederdi.

1759’un Nisan ayında Forsskål ekonomi tezi, Kırların Ekimi, De pratis conserendis’i, savunmak için izin istedi. Fakat bu talebine olumlu yanıt alamayan Forsskål ekonomi alanından vazgeçmeye karar verdi. Bir kez daha yeni bir bilim alanına geçmeye hazırdı; bu kez hukuk bilimi ilgisini çekmişti.

Mayıs 1759 yılında Forsskål’ın tezi, De libertate civili, felsefe fakültesinde anons edildi. Normun aksine tez hem İsveççe hem de Latince yazılmıştı.

Forsskål’ın daha önce felsefenin ilkeleri üzerine yazdığı tezinde insan haklarının kökeniyle ilgili bir parça bulunuyordu. Forsskål’a göre her bireyin özerk oluşu kişinin birey haklarını garanti eden bir hakkı ima ediyordu.

Böylesi bir argüman kuramsal olsa dahi oldukça hassastı. Forsskål Özgürlük Çağının, 1719-1772, en ciddi anlaşmazlıklarından biri olan ayrıcalıklar sorununa değinmişti. İsveç, 12. Karl’ın ölümünden (1718) sonra anayasayı ayrıntılı bir şekilde inceleyerek soydan gelme asillerin ayrıcalıklarını yenilemişti. Riksdag’ı oluşturan üç diğer zümre (din adamları, kasabalılar, ve köylüler) bunu protesto ediyordu. Bu konu adı üstünde tüm Özgürlük Çağı boyunca canlı kalacaktı. 1770’de dahi Riksdag’da halen üç avam zümresi için bir ayrıcalıklar dokümanı hazırlanması önerisi tartışılıyordu.

Bazıları için ayrıcalıklar diğerleri için zayıflayan hakları da beraberinde getirir. Bunlar 18. yüz yılın ikinci yarısında gelişmeye başlayan insan hakları üzerine düşüncelerin önünü kesmekteydi. “Tüm yurttaşların kamusal menfaat ve zararların makul bir ölçüde ortağı olması gereklidir” diye yazar Forsskål, ve aslında insan hakları ifadesini kullanmıyor olsa da insan hakları talepleri tüm metinde mevcuttur.

Forsskål’ın tezini yayınlamak için fakülteye yaptığı başvuru ret edilmişti. O bu kararı kabullenmedi ve tezini yayınlatmak için hükümetin Kanslikollegium isimli otoritesine başvurdu. Fakat, başvurusu burada da reddedildi.

Bu noktada Forsskål ciddi ahlaki cesaret gerektiren bir karar aldı ve akademik okuyucu kitlesine sırtını dönerek genel halka yüzünü döndü. Fakat her hangi bir basöm evinin Forsskål’ın tezini basma görevini kabul etmeden önce krallığın sansür memurundan izin alması gerekliydi.

Forsskål sansür memurunun Kanslikollegium’a karşı sorumlu olduğunun ve farklı bir sonuç çıkma ihtimalinin çok az olduğunun kesinlikle farkındaydı. Fakat, aynı zamanda Kanslikollegium’un pozisyonunun özellikle katı olmadığını da biliyordu, neticede halk meclislerinin görüşünü yansıtmak zorundaydı. Dahası bir kaç ay sonra toplanacak olan Riksdag’ta Kolej’in kararı hükümsüz kılınabilirdi. Hatta Forsskål Kanslikollegium’a yazdığı mektupta Kolej’in Riksdag’a muhtaç olduğunu yazacak cüreti de sergiledi. Özgürlükler ülkesinde, oturumlar arası bile olsa, özgürlüğun en hassas yönü olan, ülkenin doğruları ve yanlışları üzerine konuşma özgürlüğü olmadan yaşamak zorunda olduğuna ikna olduğunu, yazmıştı.

Baskı iznini alabilmek için Forsskål’ın metinde bir kaç değişikliği ve eksiltmeyi kabul etmesi gerekti. Bunlar yazılı basın özgürlüğü için en radikal talepleri ve bugünkü politik durum üzerine belirli ifadeleri içeriyordu. Bazı durumlarda bu Forsskål’ın hakiki argümanlarının yumuşaması ve belirsizleşmesi anlamına geldi; örneğin esnaf birlikleri üzerine eleştirisi.

Sansür memurunun Forsskål’a baskı izni vermesi halen şaşırtıcıdır. Durumu daha anlaşılabilir kılmak adına İsveç tarihinde Özgürlük Çağı olarak isimlendirilen devirde yazılı basın özgürlüğünün durumu ile ilgili bir kaç söz söylenmelidir.

Ocak 1722’de, yeni anayasanın kabulünden kısa bir sure sonra Kanslikollegium’da yapılan toplantı uygun bir çıkış noktası olabilir. Bu anayasa kraliyet dahilinde baskıya verilen her şeyin, daha önceki gibi, sansür memuru tarafından okunmasını ve rahatsız edici ve uygunsuz bir şey bulunmadığı takdirde baskı için yazılı izin verilmesini şart koşuyordu. Fakat, bu ancak sansür memuru Kanslikollegium’u bilgilendirip onların onayını aldıktan sonra mümkün olabilirdi.

İki otorite arasında rekabet yaratan bu ifade ilginçtir. Teknik olarak, Kolej’le ilgili yeni düzenleme, mutlakiyet döneminde sansür memurunun görevlerini düzenleyen eski  kurallara kıyasla, her hangi bir değişiklik sunmuyordu. Fakat bir yandan eski denetim çok sıkıyken, öte yandan şimdi tek kişilik karar alma mekanizmalarına daha fazla özgürlük tanınıyordu. 1722’deki görüşmenin nedeni o dönem Bergskollegium’da (maden otoritesi) yardımcı yargıç olan Emanuel Swedenborg’un büyük savaştan (Büyük İskandinav Savaşı, 1700-1718) sonra ülkede süre gelen ekonomik kriz üzerine bir kitapçık yayınlamak için yaptığı başvuruydu. Swedenborg iznini aldı, fakat, daha ileri gidip Stockholmske post-tidender isimli İsveç gazetesinde bir çağrıda bulunarak halkı metin üzerine görüşlerin vermeye davet etmesine de izin verilmesini istedi. Talebi canlı bir tartışma yarattı ve o dönemki sansür memuru Johan Rosenadler ve 6. ve 7. Karl saltanatlarında görev yapmış olan, önceki memur Johan Brauner de tartışmada yerlerini aldılar. Brauner bu kadar önemli bir konuda bireylerin fikir beyan etmelerine izin verilmesine şiddetle karşı çıkarken, Rosenadler özellikle “dilenciden zengine kadar” herkesi ilgilendiren konularda halkı dinlemenin öneminden dem vuruyordu. Eğer genel bir tartışma olsaydı gelecek Riksdag oturumunda sorunları çözmenin daha kolay olacağını söylemek istiyordu.

Swedenborg iznini alamamış olsa da, bu tartışma ifade özgürlüğünün genişletilmesi fikrinin güçlü bir desteği olduğunu göstermekteydi. Daha ilerde Mahkemelerden sorumlu bakan, Karl Gyllenborg –ki kendisi Özgürlük Çağının en önemli devlet adamlarından biri oldu – Rosenadler’in yanında durarak, görüşüne katıldığını şu sözlerle duyurdu: “özgür bir devlette kimse herkesi ilgilendiren kamusal tartışmalara, özellikle gerçek böylelikle açığa çıkacak ve konuyla ilgili herkes daha fazla bilgi sahibi olacaksa, katılmaktan alıkonulmamalı”. Devamında, Gyllenborg, daha önce orada diplomat olduğu zamandan özgürlüğüne aşina olduğu İngiltere’yi referans veriyordu. Sansür ofisi Özgürlük Çağının çoğu bölümünde var olmaya devam edecekti, fakat, yazılı basın özgürlüğü konusu her zaman en ateşli konulardan biriydi. Danimarkalı yazar Ludvig Holberg 1749’tan kalma bir mektupta Kopenhag’a giden İsveçli bir ziyaretçinin İsveç’te de, İngiltere ve Hollanda gibi, yazılı basın özgürlüğü diye bir kavramın varlığından bahsettiğini, fakat bu yeni kavramın destekçilerinin halen azınlıkta olduğunu söylediğini kaydeder.

Sansür, Rosenadler ve hemen arkasından yerine gelen Gustaf Benzelstierna tarafından açık görüşlü bir biçimde uygulanıyordu. Fakat, üçüncü sansür memuru, Niklas Oelreich’le birlikte durum değişti. Oelreich öncekilere kıyasla günlük politik mücadelelerde fazlasıyla taraftı. Bir kaç yıl önce, dönemin iki partisinden birine neredeyse sözcülük eden, bir dergi yayınlamaktaydı. Muhalefet de bir dergi yayınlamak istediğinde ise sansür memuru olarak gücünü kullandı ve yayını yasakladı.

Oelreich sansürü kaldırmak istemiyordu. Hatta, kendi dergisinde sansür memuruna daha fazla yetki verilmesi gerektiğini savunuyordu. Oelreich Kanslikollegium’a karşı sorumlu olmak yerine Riksdag’ın onu kontrol eden otorite olmasını istiyordu. Böylelikle, en azından Riksdag’ın oturmadığı zamanlarda, sınırsız karar verme yetkisi olacaktı.

Politik olarak bu kadar taraflı bir kişinin Forsskål’a baskı için izin vermesi gerekiyordu. Forsskål kitapçığın dolaşımının hemen engelleneceğini biliyordu. Kitap basılır basılmaz 500 nüshanın hepsini de baskıcı Lars Salvius’tan aldı ve nüshaları aceleyle arkadaşlarına dağıttı.

Salvius’un metnin baskısına ne kadar dahil olduğu ilgi uyandırıcı bir sorudur. Forsskål’ın işlediği konulardan bir kaçına, bundan bir kaç yıl öncesinde bastığı kitabında kendisi de değinmişti. İki adam da kraliyetin Fin bölgesinden gelen radikal yenilikçiler grubuna mensuptu. Bazı akademisyenlere göre Finlerin İsveç aydınlanmasına katkısı İskoçların Anglo-Saxon aydınlanmasına katkısı ile oldukça benzerlik göstermektedir.

Tam da Medeni Özgürlük Üzerine Düşüncelerin yayınlandığı gün Kanslikollegium durumu görüşmek üzere bir toplantı çağırdı. Neler olduğunu anlatması için Salvius toplantıya çağrıldı. Salvius Oelreich’in iznini taşıyan el yazmalarını gösterdi ve yazarın tüm baskıyı aldığını söyledi.

Bir sonra dinlenecek olan Oelreich’ti. Oelreich yüzsüzce, kitabın Forsskål’ın daha önce yasaklanmış olan tezinin tamamıyla aynısı olabileceğinin ve Forsskål’ın kendisine daha önce yasaklanmış olan bir metni verme cüretini göstermiş olabileceğinin hiç aklına gelmediğini iddia etti.

Bu kez Forsskål’ın sırasıydı. Forsskål, sansür memurunun da yardımı ile, kitaptan politik hassasiyet yaratan olan tüm noktaların çıkarıldığını ve dolayısıyla kitabın daha önce incelenen metinden tamamen farklı bir metin olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia etti.

Kanslikollegium yazara sadece bir ihtar göndermekle tatmin olmaya karar verdi. Fakat, kitabın tüm nüshalarının toplatılmasını ve el konulmasını emretti. Yazar hakkında dile getirilen tek eleştiri Kolej’in izni olmadan Danimarka’da bir profesörlüğü kabul etmiş olmasıydı. Forsskål’ın küçük bir tepkiyle kurtulmasının nedeni büyük bir ihtimalle Arabistan’a gidecek olan Danimarka bilgilenme gezisine atanmış olmasıydı. Kolej’in toplantı notları Forsskål’ın becerilerini tamamen söndürmek istemediklerine ve Danimarka Kralına karşı olan görevinin de göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmektedir.

Nüshaların toplatılması derhal başlamış olsa da kitabın yasaklandığı ancak ertesi senenin Şubat ayında açıklandı. Kitabın toplatılmasında yetkili kişi Uppsala Üniversitesi Rektörü, Linnaeus idi. Forsskål çağrıldığında kitabın 49 nüshasını dağıttığını 53 nüshasını ise satılmak üzere şehirdeki kitapevine bıraktığını söyledi. Bunun üzerine Linnaeus Forsskål’ın evini arattırdı fakat başka nüshaya rastlayamadı. Kolej’e yazdığı mektupta Linnaeus büyük ihtimalle çoğu nüshanın postayla gönderildiğini yazdı ve bu nüshaları geri almak için ne yapması gerektiğini sordu.

Medeni Özgürlük Üzerine Düşünceler’in 500 nüshasından sadece 79 tanesine el konulup imha edildi. Diğer nüshalar ilgililer arasında dolaştığı ve bir çok el yazması nüshanın daha üretildiği de bilinmektedir. Yasak sadece kitabı daha fazla aranılır bir hale getirmişti.

Sansür memuru Oelreich’e hiç bir müsamaha gösterilmedi. Kolej Oelreich’i kovmaya karar verdi. Küçük bir azınlık ise onu mahkemeye vermek istedi. Bir kamu yetkilisini hukuki soruşturma yapılmadan ve hüküm giymeden kovmanın anayasaya aykırı olacağını düşünüyorlardı. Oelriech şehri terk ederek kırsaldaki ikametgâhına gitmeye karar verdi. Sansür görevlerini Oelreich’in asistanı, Anders Wilde üstlenmişti. Sonbahar gelip Riksdag oturumları tekrar başlayınca, Oelreich kırsaldan geri döndü ve uşağını Kolej’e yollayarak tekrar ofisinin başına geçtiğini duyurdu. Bunu hem Oelreich’in hem de Wilde’nin sansür memuru olarak görev yaptığı bir dönem izledi ve bu süre zarfında ikisi de aradaki anlaşmazlıktan dolayı Riksdag’ı bu konu üzerine  şikayet bombardımanına tuttular.

Riksdag oturumlarında sansürün geleceği ile ilgili hiç bir karar alınmamıştı. Yeni bir sansür memuru, Magnus von Celse, atanmış ama hiç bir zaman görevine başlamamıştı. Sansürün kimin tarafından ve nasıl yapılacağı belirsizdi.

Büyük ihtimalle 1766’daki Riksdag toplantısının sansür ofisini ortadan kaldırmasında bu karışıklığın da katkısı vardır. Kitap piyasasının takibi, belirsiz karar alma mekanizmasından ötürü daha da zorlaşmıştı ve sansürden daha iyi başka yöntemler de vardı.

Yazılı basın özgürlüğü yasasını benzersiz kılan daha önceki sansür sisteminin kaldırılması değildi. Bu zaten İngiltere’de 1695’te yapılmıştı. Yasa, daha önceki yasalardan farklı olarak, sadece, yazarın takip etmek zorunda olduğu bir kısıtlamalar listesinden oluşmuyordu; aynı zamanda otoritelerin yeni engeller üretme eğilimine karşı koruyucu bir duvar da örüyordu. Yasanın en önemli ve aynı zamanda içerisinde en çok yer verilen parçası ise resmi kayıtlara halkın erişimi ilkesiydi. Bu artık vatandaşların, diğer kayıtlara ek olarak, mahkeme kararlarına, ve hükümet ve Riksdag toplantı notlarına erişebilme hakkı olduğu demekti.

Yeni yasanın iki açıdan önemli eksiklikleri vardı. Dini yayınlar için sansür devam edecekti ve yasa sözlü ifadeyi kapsamıyordu. Bu açıdan daha ileri bir adım Amerika Birleşik Devletleri’nden 1791’de Anayasanın meşhur Birinci Değişiklik (Ek) Maddesinin kabulü ile geldi.

Yazılı basın özgürlüğü yasasını yayınladıktan sadece bir kaç ay sonra hükümet vatandaşlarına küçük veya büyük gruplarda kraliyetin vatandaşları arasında evham ve şikayet, zarar verici uyuşmazlıklar, ve anlaşmazlıklar yaratmak amacıyla kurgulanmış yalanların yayılmasına karşı bir uyarı yayınladı. Bu yasayla hükümet vatandaşlardan, 2000 daler gümüş para karşılığı, suç teşkil edebilecek ifade kullananları bildirmelerini talep ediyordu.

2 Mart 1767 tarihli bu yasadan alıntı yapmamın nedeni İsveç Riksdag’ını yasayı geçirmeye iten şeyin ifade özgürlüğünün önemine duyulan güçlü bir inanç olmadığını göstermekti. Yazılı basın özgürlüğü yasası büyük bir ihtimalle derin bir inancın değil var olan politik çekişmelerin ürünüydü.

Fakat bu, yasanın önemini ortadan kaldırmaz. 1767 ve 1772 yılları arasında, 3. Gustav saltanatı Riksdag’dan geri aldığında, 80’den fazla periyodik ve neredeyse 2000 politik yayın çıkarılmıştı.  1769’da, sadece bir yılda 138’den fazla ekonomi ile ilgili kitapçık basıldı. Aynı sürede İsveç ilk iki günlük gazetesine kavuştu. Artık nerdeyse değinilmemiş hiç bir politik konu kalmamıştı.

1760’lar İsveç tarihinde başkaldırıların on yılı olarak görülür. Bir çok İsveçli akademisyen bu döneme fazla bir önem atfetmez. Fakat, öte yandan, İngiliz tarihçi Michael Roberts (1908–1997), İsveç’in parlamenter yönetim üzerine özgün deneyi hakkında yazar ve bu dönemi Fransa’daki devrim öncesi döneme benzetir.

Forsskål var olan politik güçlerden oldukça haberdardı. Özgür tartışmayı savunduğu mektuplarından birinde özgür tartışmanın amacının “iflah olmaz bir mutlakiyet” ile “beylerin dayanılmaz hakimiyeti” arasında bir takası önlemek olduğunu ifade eder. 7. Karl’ın ölümünden sonra üzerinde uzlaşılan yönetim şekli etkili bir güç dağılımını hedeflemekteydi. Fakat, zamanla Riksdag ve, dört zümreden sadece üçünün temsil edildiği merkezi organı olan Gizli Komite’de daha fazla güç yoğunlaştı. 1760’larda

temel kanunda öngörüldüğü biçimde yeni güçler parlamenter dengeleri tekrardan kurmaya çalıştılar. Saltanatı geri getirmek isteyen kral taraftarları ve asillerin güçlerine ve ayrıcalıklarına karşı muhalefet vardı. Sonunda, muhalefet bu mücadeleyi kazanacakdı.

Forsskål çalışmasını yayınlarken aldığı risklerin farkındaydı. Uppsala’daki profesörlerden biri olan Johan Ihre, politik içerikli ve Latince olan bir kaç teze izin verdiği için bir yıllık maaşını kaybetmeye mahkum olmuştu. Bu tezlerin konuları medeni yönetimdi. Salvius, bu dönemde da metni İsveççe yayınlamaya çalıştı ama durduruldu. Sansür memurunun rıza göstermesine rağmen hükümet müdahale etti ve yayını yasakladı. Bu olayın üzerinden artık on yıl geçmişti ve Forsskål özgür düşünce hakkının genişlediğine inanmak için yeterli nedenlere sahipti.

Forsskål’ın gerçekleştirmek istediği reformlar hiç de önemsenmeyecek gibi değildi. Şüpheli ibareler hakkında temyiz hakkı talep ediyordu. Daha adaletli bir vergilendirme istiyordu. Asillerin yüksek mevkilerle çıkma ayrıcalıklı haklarının kaldırılmasını; esnaf birlikleri sisteminde reform yapılmasını; halkın çocukları için okullar kurulmasını; ve kamuda şeffaflığın ve ifade özgürlüğünün arttırılmasını istiyordu. Yerel refahla ilgili hiç bir şey yurttaşlardan gizlenmemeliydi.

Bu etkileyici liste 30 yıl sonra yayınlanan Fransız Deklarasyonu’nda -Déclaration des droits de l'homme et du citoyen- bulunan neredeyse tüm hakları içeriyordu. Fransız Deklarasyonu’nda olup da Forsskål’ın metninde bulunmayan tek hak bireylerin dini inançlarını özgürce seçme ve uygulama hakkı idi. Metnin sansür memurunun Forsskål’ı çıkartmaya zorladığı parçalarında kutsal vahiylerin sorgulanmakla zarar görmeyeceğini söyleyen bir paragraf da mevcuttu. İsveç’te politik mutlakiyet bitmişti ama dini mutlakiyet halen devam ediyordu.

Medeni Özgürlük Üzerine Düşünceler’deki en iddialı parça Forsskål‘ın şiddete tek alternatif olarak yazılı basın özgürlüğünü gösterdiği dokuzuncu paragraftır (1759 baskı versiyonunda sekizinci paragraf). Paragraf şöyle der: “akılcı bir hükümet insanların hoşnutsuzluklarını diğer silahlardansa kalemleriyle ifade etmelerine izin verir”. Forsskål krala yazdığı savunma mektubunda daha da açık sözlüdür: “Majesteleri, kraliyetin her bölgesinde hoşnutsuz insanlar olduğu açıktır” diye yazar. “Bunların az olmadığını İsveç’te gerçek veya hazırlanılmış başkaldırıların varlığı göstermektedir. Hoşnutsuzluktan sakınmanın sadece iki yolu olduğu çok iyi bilinen bir gerçektir: biri mürekkep diğeri ise kan gerektirir. Eğer hoşnut olmayanların özgürce konuşmasına izin verilirse, görüşleri çürütülebilir, bilgilendirilebilir ve aydınlanmış bir kamuoyuna dönüştürülebilirler. Argümanlarını kaybedenler, aynı zamanda hoşnutsuzluklarını ve başkaldırıya eğilimlerini de kaybederler. Fakat, eğer bu makul yöntemler reddedilirse hükümetin şiddete karşı güç kullanmaktan başka çaresi yoktur. Bir kaç hayatın kaybedilmesiyle hoşnutsuzluk ortadan kalkmak yerine sadece gizlenir hatta bazen artar ve yeni bir fırsatta tekrardan baş gösterir.”

Daha sonra Forsskål büyük bir ihtimalle gayet kışkırtıcı bulunan bir şey ekler. “Ordu’nun hükümet yerine, kendilerini besleyen ve düşünen köylüler tarafından destekleniyor olması nedeniyle, İsveç’te bu sert yönteme büyük bir olasılıkla güvenilemez”.

Halbuki, Forsskål’in durumu yanlış değerlendirdiği ortaya çıktı.  Özgürlük Çağında İsveç’teki parlamenter ve halkçı hükümet sistemine doğru olan gelişimi durdurmak için “sert yöntemlere” gerek yoktu. 3. Gustav’ın 1772’de saltanatı geri getirirken şiddete başvurmaya gerek duymamıştır.

Forsskål’ın yazılı basının gücüne olan inancı saf ve gerçek dışı gelebilir. Aynı zamanda Aydınlanma dönemi içerisinde başkalarının düşüncelerine de aykırıydı. Voltaire, büyük ihtimalle, kalem değil kılıcın devletlerin gelişiminde karar verici olduğu ifadesiyle daha gerçekçi bir görüşe sahipti.

Kısa vadeli bir bakış açısıyla Voltaire elbette haklıydı. Fakat uzun vadede bu böyle değildi. Gelişim zaman alsa da, toplumların gelişimi ve ifade özgürlüğü birbirine bağlı ve birbirini etkileyen şeylerdir.

Belki bu tam da Forsskål’ın ifade özgürlüğünün amacının “aydınlanmış genel bir halk” yaratmak olduğunu yazdığında değinmeye çalıştığı noktaydı. Bizim kamuoyu olarak bahsettiğimiz kavramın oluşması Aydınlanma döneminin temel amacıydı, ve bu açıdan Forsskål bu hareketin bir temsilcisiydi, özellikle İsveç’teki en önde gelenlerinden biriydi.

Arabistan’a yaptığı geziden Uppsala’ya gönderdiği mektuplarda Forsskål ülkesindeki politik durum hakkında yazmıştı. Ülkeden ayrıldığı dönemde başlayan Riksdag’da yazılı basın özgürlüğü yasasının kesinlikle kabul görmesini bekliyordu. Konunun ertelenmesi bir hayal kırıklığıydı. Eğer İsveç’te kalmış olsaydı, elbette, mücadeleyi devam ettiriyor olacaktı. Forsskål’ın bazı öğrencileri kendi aralarındaki mektuplaşmalarda “Forsskål ülkeye geri dönerse bu mücadelenin büyük bir şevkle yeniden başlaması muhtemeldir” diye yazmışlardı.

Fakat, bir kaç yıl sonra Riksdag toplanıp Yazılı Basın Özgürlüğü Yasasını sonunda geçirdiğinde, Forsskål artık hayatta değildi. Geziye katılan dört kişiden sadece biri geri dönebilmişti ve o Forsskål değildi. Forsskål gezi sırasında ateşliu bir hastalıktan dolayı vefat etmişti.

Forsskål, İsveç’in, dünyada bunu başaran ilk ülke olarak, temel bir kanunla korunan yazılı basın özgürlüğünü elde ettiği günü göremedi. Fakat, bir kaç yıl sonra bu hakkın nasıl sınırlandığını, daha sonra da yavaş yavaş nasıl bertaraf edildiğini, ve ülkede nasıl yeni bir mutlakiyet kurulduğunu da görmek zorunda kalmayacaktı. Yeni temel kanunun varlığına rağmen kimse medeni özgürlükler üzerine bu kitabı tekrar yayınlama cesaretini göstermedi. Kütüphanelerinde bu kitabın bir nüshasını bulundurdukları ortaya çıkanlar ise ağır bir ceza ödemek zorunda kaldılar.

 

Hakkımızda

Peter Forsskål Projesi aşağıdaki kişilerden oluşmaktadır:

Thomas von Vegesack
Thomas von Vegesack 1968-94 yılları arasında Norstedts’de yayımcı olarak çalıştı, İsveç PEN’in 1978-87 yılları arasında başkanlığını yaptı ve 1987-93 yılları arasında ise Uluslararası PEN’in Hapisteki Yazarlar Komitesinin başkanlığını yaptı. Yayımladığı bir çok kitap arasında ifade özgürlüğü ile ilgili de bir dizi kitap vardır. Özgürlüğün Tadı isimli kitap 1755-1830 yılları arasında İsveç’teki kamuoyunun oluşması ile ilgili bir kitaptı.

Helena Jaderblom
Helena Jaderblom Stockholm’deki İdari Temyiz Mahkemesi’nin baş hakimidir. 2008 yılında Avrupa Konseyi resmi belgelere erişim ile ilgili Konsey Konvansiyonunun üzerinde çalışan uzmanlar grubunun başkanlığını yaptı.

Gunilla Jonsson
1941’de doğan Gunilla Jonsson 1971’den emekli olduğu 2006 yılına kadar İsveç Milli Kütüphanesine bağlı Kungl Kütüphanesinde görev yaptı. Özellikle az bulunan ender kitapların ve tarihi koleksiyonların korunması  ve geçmişe ait kaynakçalar üzerine çalıştı. Daha sonra1700-1829 yıllarına ait İsveç geçmiş kaynakçalardan ve kütüphanenin referans hizmetlerinden sorumlu oldu. 1996-2006 yılları arasında kütüphanenin müdür yardımcılarından biri olarak ve yasal yatırımlar ile kazanımların yanında milli kaynakça ve diğer kataloglama faaliyetlerini de yürüten Koleksiyon Geliştirme ve Belgeleme Bölüm başkanı olarak görev yaptı. Forsskål’ın kitabının kaynakçası ve tarihçesi üzerine İsveççe ve yabancı yayımlarda çeşitli makaleler yayınladı.

David Goldberg
David Goldberg 1971 yılından 2000 yılının sonuna kadar Glasgow Üniversitesi Hukuk Fakültesinde eğitim verdi. Şimdilerde Oxford Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Sosyo-Hukuki Çalışmalar Merkezinde akademisyen olarak hizmet vermekte ve Glasgow Kaledonya Üniversitesinde, Queen Mary Kolejinde (Londra Üniversitesi) ve Stirling Üniversitesinde medya hukuku eğitimi vermektedir. Uluslararası Medya Avukatları Birliği’nin kurucu üyelerinden biri ve Britanya Dışişleri Ofisi ve Britanya Milletler Topluluğu “İfade Özgürlüğü Panelinin” de üyesi olan Goldberg ayrıca İskoçya Bilgi Özgürlüğü Kampanyasının 1984’ten 2008 yılına kadar temsilciliğini yapmıştır.

   
  Hakkımızda - About
   
  Back to top